Karataş

Karataş Adana’nın bir ilçesidir. Doğu Akdeniz bölgesinde Seyhan ve Ceyhan nehirlerinin doğal sınırları içerisinde kurulmuş olup Adana’ya 48 km uzaklıktadır. Yüzölçümü 922 km2 olan ilçenin yüz ölçümü , 2 belde 37 köy ve 7 mahallesi olan Karataş’ın 2009 ADNKS'ne merkez ilçede 8441 belde ve köylerde 12531 olmak üzere nüfusu 20972'dir.

Tarihçesi

Karataş, topraklarını tarih öncesi dönemlerde Seyhan nehrinin getirdiği alüvyonlu topraklarla dolarak oluşmuştur.

Bu bölge tarih öncesi zaman dilimlerinde Arabistan kütlesi su yüzüne çıkarken meydana gelmiş, kıvrımlarının etkisi ile deniz sularının İstilasına uğramıştır.

Maraş’tan Başlayıp Kızıldeniz'e dek uzanan çöküntü meydana gelirken İskenderun Körfezi’ne doğru Lübnan Dağları yükselmiş, dağların yükselmesi İskenderun Körfezi'ni oluşturan bir çöküntü meydana getirmiştir.

Böylelikle körfezi batıdan çeviren ve yüksekliği 25.30 metreyi bulan tepeler meydana getirmiştir.

Tarih dönemlerinde Karataş tepelerinin doğudan batıya kadar değişik toplumlara ve milletlere mekân olma özelliği göstermiştir.

Karataş, doğal kaynaklan, stratejik ve jeopolitik konumu, morfolojik yapısı itibariyle binlerce yıldan bu yana insanların dikkatini çekmiştir.

Buraların deniz kenarında bulunması, ilkçağlardan Yakınçağa kadar tepelerin tamamen ormanlarla kaplı oluşu (Palamut ve ladin) yazın sıcak, kışın ılıman bir iklime sahip bulunması, her şeyden öte İskenderun Körfezi'ni kontrol eden etkin bir mekan oluşturması, insanlar için daima cazip bir ortam yaratmıştır.

Varılan bulgular bizleri; Hititler, Luvi krallığı (M.Ö. 1900), Kizavatna krallığı (M.Ö. 1500). Makedonya krallığı Pers Satraplığı (M.Ö. 6 YY - M.Ö. 331). Selevokid krallığı (M.Ö. 3 YY – M.Ö. 1 YY) Grek yunan site devletleri dönemine, Roma'dan Bizans imparatorluğuna, buradan Kilikya krallığına, sonra İslamiyet’le Abbasiler’e Hamedan Krallığına, sonra Memlüklüler'e ve Osmanlı çizgisiyle zaman tünelinde yaşatır.

Karataş tarihinin (M.Ö. 4000) li yıllara kadar dayandığı söylenebileceği tarafımızdan tahmin edilmekledir. Bilinen en eski uygarlığın Hititlerin izlerini taşıdığı görülebilir.

Denizden çıkarılan Fenike tipi amforalar bizlere M.Ö. 2000’li yılların nostaljisini yaşatır.

Ayrıca Luvi Krallığı ve Kizuvatna (M.Ö. 2000 – M.Ö. 1500) Krallığı dönemlerine ait bölgede bulunmuş sikkelerden söz edilmekledir.

Kronolojik tarihin akışı içinde halklar, bu bölgede birbirine yakın yerlerde değişik zamanlarda değişik uygarlıklara bağlı kentler oluşturmuşlardır. Buna kanıt aranacak olursa; Karataş tepelerinde Kabaktepe’den Yedikardeş'e oradan Mandal'ın üst kesimlerine ve oradan Karataş Feneri’ne kadar davam eden geniş alanda bulunan değişik tip ve biçimdeki mağaralar, kale kalıntıları tiyatro su sarnıcı ve hamam gibi tarihsel eserler örnek gösterilebilir.

Karataş’ın konumsal tarihi (M.Ö. 2000)’li yılların ötesine, özellikle Yedikardeş ile Mandal bölgelerindeki mağaralar incelendiğinde açıkça görülecektir.

Planlı İlk yerleşim yerlerinden biri olan antik Magarsus'un M.Ö. 1400 ile M.Ö. 1200 lü yıllar arasında kurulduğu Alman Prof. Th. Bossert tarafından yapılan araştırmalarla ortaya konulmuştur.

Bu antik kent, Karataş’ın 5 km batısında yer alır. Antik Magarsus, M.Ö. 7 YY. da koloni kenti olarak parlak bir dönem başlatır. Grek, Roma ve Bizans dönemlerinde önemli bir yerleşim kenti özelliğini gösterir.

Didimae adaları, Antiocheia ve Yunanlıların lanuarium adını verdikleri Karataş koyu, Pyramus (Ceyhan) nehrinin ağzından giren ve Mopsuhestia (Misis) e kadar ulaşabilen ticaret ve savaş gemileri için bir sığınaktır.

Prof. Dr. Th.Bossert, bir yazıtta kült hakkında Athena Tapınağından ve Ptholemaios'lar devrinde "Pyramus kıyısındaki Antiocheia"adı verilen Magarsus'tan bahsedildiğinden söz etmektedir.

Yine aynı makalede bu antik kentin önünde yer alan ve "Dydimae” adı verilen her İki adanın üzerindeki kalelerin mimari kalıntıları Karataş ve civarındaki köylere buradan (18 ve 19 YY) larda yapılan Menzil Han İle İskele’nin imarında kullanılmıştır.

Magarsus ilkçağ’dan ortaçağa kadar Akdeniz ticaretini ellerinde bulunduran Fenika, Rodos, Girit, Venedik, Ceneviz hatta Portekizli deniz ticaret filolarının uğradıkları gelişmiş bir ticaret kentiydi.

Bu ticaret devletleri ve kolonileri. İskenderun-Kıbrıs-Antalya üçgeninde doğudaki Akdeniz’e uzanan en uçtaki kent olma özelliği ve kontrol ettiği deniz alanlarından dolayı Magarsus valilerine vergiler ve hediyeler verirlerdi.

Magarsus Antik kenti, dönemin en bayındır kentlerinden biri olma özelliğine sahipti. Öncelikle büyük ve geniş bir kalesi vardı. Kale muhkem ve sağlamdı.

Yine Magarsus'ta tarihi bir hamam yapılmış olduğu ve bu su dağılım sistemine bağlı olarak çalıştığı anlaşılmaktadır. Magarsus'un güneyinde denize ait Kalepınarı ile antik tiyatro arasında kent valisinin sarayı yer almaktadır. Saray pınarın hemen yanındadır. Denizin hemen yakın kıyıları iyice İncelendiğinde bu sarayın sütunlarının dipte parçalanmış bulunacağı ve Karataş evlerinin imarında kullanılmış olduğu görülecektir.

Karataş'ın sualtı arkeolojisi de karadaki kadar zengindi. Didimae adalarının etrafında yapı yıkıntılarının varlığı hala su dibinde yer alırken doğudan batıya Magarsus'a doğru bir su yolu yıkıntı ve izlerine yer yer hala rastlanmak mümkündür.

Büyük savaşların muhtemelen yaşanmış olduğu bu bölgede batık gemilerin bulunabileceği üzerinde durmamız gerekirken. Seyhan ve Ceyhan Nehirlerinin binlerce yıldır taşıdıkları alüvyonlarla kıyılardaki yakın yerlerdeki doğal mekân ve yapıyı zamanla örttüğü de aşikârdır.

M.Ö.547'de 2. Kuruluş döneminde Bütün Çukurova ve Magarsus'un Persler'in eline geçtiği belirtilmektedir.

Çalışkan, görgülü kültürlü Çukurova halkı, Pers İdarecilerini yıldırıyorlar. Bu durum Pers imparatoru 2. Kuraş'a bildiriliyor. 2. Kuraş, bölge ileri gelenlerini toplayarak içişlerinde serbest, dış işlerinde imparatorluğa bağlıyor, vergi olarak ta Çukurova'dan yılda 360 tane beyaz at ile 500 talent (1300 kg) gümüş almayı kabul ettiriyor.

Yine Persler, M.Ö. 500'lü yıllarda İmparator Büyük Dara'nın bölgenin haberleşme sisteminin beğenmesi üzerine süratli atlar ve eğitimli ulaklarla dünyanın ilk posta sistemini resmileştirdiği söylenir.

Pers egemenliği, Büyük İskender'in M.Ö. 331 yılında Darius'la yaptığı isos savaşlarına kadar devam eder. İskender, Magarsus kalesi’nde Athena tapmağının yakınlarında kendine renkli kara bazalt taşlarından bir saray yaptırır. Karataş'ın bugünkü adı bu taşlardan alınır.

M.Ö. 3. YY.'da bölge tamamen Selevkoslar'ın eline geçer. Yaklaşık 250 yıl kadar Selokid Krallığı buralarda etkinliklerini sürdürürler.

Roma imparatoru Justinyen, Mısır seferi'ne giderken buraları istila etmiş Magarsus kalesini de yıkmıştır.

Batı Roma İmparatorluğu yıkıldıktan sonra Kilikya eyaleti İle Magarsus kenti de Bizans sınırlarına alınmıştır.

Magarsus kenti ve kalesinin ortaçağ'da harap olduğu ancak bölgeyi Bizans egemenliğinden alan Harun Reşit bu kentini İmarını tahkimini ve iskânını yaptırmıştır.

Oğlu Kasımın özellikle kale tamirini tamamlamış buraya bol askeri güç yerleştirmiş olduğu sanılmaktadır. Bu müstahkem kale içinde bir de mescit olduğu söylenir.

Abbasilerin yıkılışından sonra yeniden Krallık dönemlerinin yaşandığı ve bu dönemlerde Kuzey Suriye'de Hamedani devletinin kurulduğu, bu bölgenin de Hamedaniler'e bağlandığı rivayet edilir.

Magarsus, ilkçağ'dan ortaçağa kadar Akdeniz ticaretini ellerinde bulunduran Fenike, Rodos, Girit, Venedik, Ceneviz hatta Portekizli deniz ticaret filolarının uğradıkları gelişmiş bir ticaret kentiydi.

Bu ticaret devletleri ve kolonileri, İskenderun-Kıbrıs-Antalya üçgeninde doğudaki Akdenize uzanan en uçtaki kent olma özelliği ve kontrol ettiği deniz alanlarından dolayı Magarsus valilerine vergiler ve hediyeler verirlerdi.

Tarihsel ve jeopolitik değerler gösteriyor ki, zaman zaman Magarsus'a vergi ödemek İstemeyen deniz tacirlerinin Didimae'ları (adaları) zaptettikleri, buraları koruyan ve ikmal limanı olarak kullandıkları anlaşılır. Bu nedenle çoğu zaman Magarsus'un 4-5 km doğusundaki bu ada kalelerinde; farklı korsan ve koloni bayraklarının dalgalandığı görülmüştür.

Magarsus askeri açıdan önemli bir noktaydı. Bu müstahkem kent kalesi, Ceyhan nehri boyunca sıralanan Mallos, Mopsuhestia, Hemite, Hierapolis ve Asitavanda kentlerinin kilit noktasını oluşturuyordu Çünkü Prof. Bossert'in de açıkladığı gibi Magarsus kentinin kalesinin sağ batısından Ceyhan nehri denize dökülürdü.

Ticari yük gemileri, Magarsus denetiminde hemen kalenin dibindeki batı ağzından Ceyhan nehrine girerek, bugünkü Kızıltaha köyünde yer alan antik Mallos kentine ulaşır, getirdikleri yağ, şarap, sabun ve zeytini satar, buradan da tahıl baharat ile ipek ve canlı hayvan götürürlerdi. Bazen gemilerin Misis'e ulaştıkları da görüldü.

Antik çağda Mallos, Yüreğir ovasının tahıl ambarıydı. Misis ise antik çağda bölgenin en gelişmiş tahıl ve ticaret merkeziydi.

Baharat yolu üstündeydi. Roma İmparatorluğu çağında Çukurova en parlak dönemlerini yaşamıştır. Buradan götürülen tahıllar Roma imparatorluk sarayına ulaşırdı. Persler döneminde ise canlı hayvan olarak, at ticareti yapılırdı. Tarımsal dönemi antik çağların derinliklerine uzanan dönemlerde bu bölge için çok önemli savaşlar verilmiştir.

Homerous'un İlyada'sı Magarsus'un, Misis'i kuran Mopsos'un Turuva savaşlarında tanışıp Çukurova'ya getirdiği Yunanlı Anfloksos tarafından kurulduğunu yazar. ve Anfloksos'un iktidar hırsıyla M.Ö. 1184 yılında Çukurova'ya hakim olma isteğiyle Mopsos'un da deniz ticaretini engellediği gerekçesiyle olmalı ki, kanlı savaşlara tutuşurlar. Bu nedenle ikisinin de bu kentin tiyatrosunda savaşa tutuştuğunu İlayda’dan öğreniyoruz.

Yani Magarsusun ilk çağların gerilerinde Helenistik bir kent olduğunu ve Olympus'ta yaşayan birden çok tanrıya inanan insanların kenti olduğunu anlıyoruz.

Magarsuslularda yöredeki diğer haklar gibi tek tanrıya hemen inanmamışlar M.S. 3.YY'a kadar direnmişler.

YEDİ KARDEŞ EFSANESİ

Yöre halkının çok tanrılı bir dine inandığı bir dönemde altı kardeş, halkı tek tanrılı bir dine davet etmişler. Bu kardeşlere sadece bir çoban inanmış. Yöre halkı, altı kardeş ile onlara inanan çobanı öldürüp, palamut ormanlarının İçine altısınıda gömmüşler.

Sonra halk Allah'ın bir olduğuna inanınca, bu yedi kişinin kıymetini bilmiş ve şimdiki türbelerini yaptırmışlar. Bundan dolayı buraya yedi kardeş ziyareti deniliyor.

Tarihte Kilikya Krallığı; Adana merkez yöresi olmak üzere Mersin, Maraş, Gaziantep ve Hatay illerinde kurulan Roma'ya bağlı birçok bölge krallıklarından biridir.

Birçok medeniyet buralardan geçtiği halde Kilikya varlığının uzun sürelerini vergi ödeyerek geçirmiştir.Bu krallığın en önemli kentleri Sis (Kozan), Mallos (Kızıltahta köyü), Magarsus (Karataş), Misis, Tarsus ve Ayas (Yumurtalık)’tır. En önemli liman kentleri ise başta Magarsus olmak üzere Ayas ve Payas'tır. Magarsus, önemli bir ticaret ve sanat kentiydi. Kültürlü bir topluma sahip olduğu anlaşılmaktadır. Antik kent, tarihsel sanatsal ve kültürel öğelerin ağır bastığı siyasi ve Jeopolitik sorumluluklar taşıyan bir kentti.

Bir balıkçı tarafından, 1980 yılında balık avı için suyun dibine daldığı ve suyun dibinde görüp sonradan İhbar ederek çıkarılıp Adana Bölge Müzesinde sergilenen Bronz Heykel Magarsus sanatının hangi düzeyde olduğu hakkında yeterli ip uçlan vermektedir. Heykelin M.Ö. 1 ve M.S. 2 YY'lara ait olacağı düşünüldüğünden M.Ö. 1. YY’da Eyalet valiliği yapan Çiçeron'a ait olma ihtimalini de düşünülmektedir.

1980 Yılında ilk kez amfi tiyatrosunun yeri tespit edilmiş. Tiyatronun merkezi, Kalepınar adı verilen yerin altında kalmış ve bir kısmı deniz içine kadar uzanan sarayla iç içe bir mimariye sahip olduğu tahmin edilmektedir.

Amfi tiyatroda 1987 yılında yapılan yüzeysel kazı denemelerinde kazı başkanı M. Arif Bilici 07.01 1988 tarihli Karataş Tiyatro Kazısı adlı raporda:

Antik Magarsus Tiyatrosu'nun temellerinin kalker taşlardan yapılmış olduğu çok az miktarda mermer kaplama kullanıldığı orkestra kısmında kazılan yerde yer yer mozaik kaplama olduğu tespit edildiği belirtilmiştir.

Burada Helenistik çağa ait tabak ve kaseler ve Roma dönemine ait çeşitli cam şişe parçaları, M.Ö. 4. YY'dan başlayarak M.S. 9. YY'da Bizans dönemine ait olan bronz sikkeler bulunmuştur, deniliyor.

1885 tarihli Alishan'ın eserinde antik Magarsus kentinin denize nazır tiyatrosu yanı sıra tanrıça Athena adına İnşa olunan bir tapınağın varlığından söz edilmektedir.

Büyük İskender İsos savaşına giderken buraya uğramış ve tapınağı ziyaret ettikten sonra koruyucu tanrıca Athena adına kurbanlar kestirmiştir.

Abbasiler'in yıkılışından sonra yeniden Krallık dönemlerinin yaşandığı ve bu dönemlerde Kuzey Suriye'de Hamedani devletinin kurulduğu, bu bölgenin de Hamedaniler’e bağlandığı rivayet edilir.

Arap ve Alevi olan bu devletin 9 ve 10 YY'larda, yaşadığı söylenir. 944 yılında ebu Talib'in amcası Seyfüd Devle (Ebu'l Hüseyin Ali bin Ebu'l Heyca)'nın buralar için Bizanslılara büyük mücadeleler verdiği anlatılır. Haçlı seferlerinden sonra buralar önce Selçuklular'a sonra da Memlüklüler'e bağlanmıştır Ermeni Kilikya Krallığı'nın hükmü altında kalan bölge, bu dönemlerde iyice gerilemiş ve Haçlı yıkımlarıyla adeta tükenmiştir.

Bu gün Magarsus kalesi ve kentinin yerinde yeller esmektedir. Bunun iki nedeni vardır. 1. si bölgenin haçlılar tarafından yakılıp yıkılması 2. si de bölgenin yaşadığı büyük depremlerdir. Karataş'ta Osmanlı döneminin ilk yıllardan 18. YY sonlarına kadar birkaç hanelik Rum ve Ermeni halkından oluşan küçük bir köy vardır. Köy halkı geçimini deniz yoluyla gelen tacirlerle yaptıkları ticaretle sağlarlardı. Burada, Diyarbakır Çermik'ten gönderilen Kadıkıran, Çin Yusuf ve Çapar kardeşlerin ilk Müslüman yerleşimini bugünkü Karataş'ta sağladıkları görülür. Bunlar Güney Azerbaycan'ın Sencar kentine adına veren Alevi ileri gelenlerinden Emir Hasan Mekzun el Sencari’nin aşireti Haddadin'lere mensup Şıh Mahmut Şahadi 18. YY'ın ikinci yarısında Karataş'a ilk gelen aileleri oluşturdular.

Karataş'a gelen ilk Müslümanlar derenin doğusunda Ermeni ve Rum halkı ile onların şimdiki bir ilkokulda temelleri bulunan kiliselerini görünce derenin batısında konuşlandılar 1860-1870’li yıllarda İngiliz ve Fransızların Osmanlı'ya tarımsal gelişimde yardımcı olmak amacıyla aşırı ilgilerinin amacı yeni yeni anlaşılmaya başlanmıştır.

Ortaçağlarda yoğun saldırılar nedeniyle ayakta yapı kalmamıştır. Olup ta taşınabilenleri, 1850 ile 1878 yılları arasında Karataş feneri açıklarına geceleri yanaşıp, gündüzleri araştırdıklarını götüren Fransızlar, buraların tarihini talan etmişlerdir. Bütün açılan mağaralar, ortaya çıkan tarihsel yapıların hemen hepsinin boş olduğu görüldü.

Yakınçağ'dan kalan en önemli yapılar arasında. 1782 yılında Mir Ali Tarafından Menzil Han, Hasan Paşazade Hacı Ali Bey'e aittir.

Bu handan geriye sadece giriş kapısı ve üç girişi kemerli oda kalmıştır. Hanın güneyinde bir İskele denize uzanırdı. Yaklaşık üç yüz metre uzunluğundaki bu iskeleye küçük yük gemileri yanaşır bu Handan yapılan ticaretle yüklerini indirip; yeni yük, genellikle tahıl, bindirirlerdi.

Bazı kaynaklardan anlaşıldı üzere bugünkü Karataş'ın eski adıyla 1957'lere kadar İskele köyünün yakın Müslüman tarihinin sosyolojik anlamda 18. YY da başladığı söylenebilir.

İstanbul-Bağdat demiryolu yapıldığı dönemlerde Rum halkından Serendi Efendi Adana'dan Karataş'a demiryolunu getirmeyi planlayarak büyük düşünmüşse de bölge halkından gerekli desteği göremediği ve önceden getirdiği demiryolu raylarının çalınıp yapılarda kullanılması üzerine Karataş'a düşündüğü demiryolunu Mersin'e yaptırmıştır. O dönemde Mersin, çoğu huştan evlerin oluşturduğu 2800 nüfuslu ve yerleşim merkeziydi. Bu Karataş’ın tarihsel gelişimini karşılaştırmak için önemli bir vakıadır.

Yakın tarihimizde Karataş 1. Dünya savaşından hemen sonra Mondoros Mütarekesine, dayanılarak işgal edilir. Hatta Fransızların burada bir yıl kaldıkları anlatılır.

FFransızlar Ermeni Militanları Müslümanlara eziyet etmişlerdir. İmam Süleyman Efendi, halkın önünde gözdağı verilmek için kırbaçlanarak öldürülmüştür. Fransız zulmünü yaşayan, atalarımız ve Mustafa Kemal önderliğindeki ulusal kurtuluş hareketinin başlamasıyla ve Ankara antlaşmasıyla çekilen Fransızlardan sonra aynı dönemlerde halkın korkudan dışarı çıkamadığı bir gece Karataş tepelerinde bine yakın çadır kurulur (Aralık 1921), bir gece sonra, yine bir gece yarısı bu çadırlar, sahipleri Ermenilerce sökülerek kendilerini açıkta bekleyen gemilere (Fransız) binmek üzere filikalara yüklenirler. Halk bu dramı sabaha kadar izler. Gemilerin ilk limanı muhtemelen Beyrut olmalıdır.

BBöylelikle M. Kemal'in Ankara'da yaktığı ışık Karataş'ı aydınlatır. Karataş'a Kurtuluş savaşı sonrası Mücadele yıllarında "Selanik göçmenleri getirilerek, ilçeyi terk eden gayrimüslimlerin evlerine yerleştirilir, bunlara toprak verilir. . “… Karataş 1928 Yılında Bucak, (Belde) 1957 Yılında İlçe olmuştur.” 1986 Yılında Yüreğir İlçesinin kurulmasıyla birlikte köylerin bir kısmı Yüreğir ilçesine bağlanmıştır.

 

 

Akdeniz'in rengine ve kokusuna davetlisiniz...